İtalya turu Avrupa rotaları içinde en keyifli ve bir o kadar da yorucu olanıdır.Bir türk için özellikle ilk Avrupa deneyiminde en uygun seçeneklerden biri olduğunu düşünüyorum.Neden derseniz bize kültür ve insan yapısı en çok benziyen milletlerden biri oldugu için sanırım.Yeme ,içme konusunda da türkler için en az sıkıntı oluşturacak ülkelerdendir.Yemek kültürü bize oldukça benzerdir.
Başkent Roma’nın sokaklarında kaybolmak,Venedik’te kanalların arasında gondolla keşfe çıkmak,modanın başkenti Milano’da alışveriş çılgınlığına katılmak,Floransa’nın açık hava müzesini andıran meydanlarında ve ortaçag kasabalarında tarihi solumak,İtalya liman kentlerinde de denizin tadını çıkarmak insana gerçekten buraya tekrar ve tekrar gelme istegi uyandırmaktadır.
Milano;
Modanın dünya merkezlerinden biri olmasının yanı sıra dünyanın en büyük gotik katedrali Duomo di Milano, dünyanın en eski alışveriş merkezlerinden Galleria Vittorio Emanuele II ve dünyanın en büyük tiyatro binalarından La Scala gibi eşsiz yapılarıyla Milano…Milano turu sırasında aralarında dünya çapında ün kazanmış sanatçıların sahne aldığı Scala Tiyatrosu görmeye deger yapılardan biridir.Tiyatroyu keşfederken burada sahne alan Maria Callas, Pavarotti ve Leyla Gencer gibi sanatçıların yad etmeyi unutmadık tabi.Avrupa’nın dördüncü büyük katedralinden alan Duomo Meydanı’nı da görülmesi gereken yapılardan biir.Katedralin görkemli mimarisi ve süslemelerinin hazzını yaşadıktan sonra yapıları ve cam tavanıyla 1877 yılının mirası olan Galleria Vittorio Emanuele görülesi binalardandır.
Roma;
İtalya gezimizde en çok etkilendigim şehir Roma.
Yaklaşık 3 milyon nüfusu olan ve 2 günde şehrin her tarafının görülebileceği Roma’da aynı yerlere defalarca da gidilse sıkılmak mümkün değil. En güzel tarafı dokunulmamış bir tarihi var. Masalsı bir şehrin içerisinde gezilirken binlerce yıllık tarihine rağmen inatla ayakta kalmayı başaran devlet daireleri, tapınaklar ve anıtlar görülebilir. Şehrin en görkemli yapılarından biri Collesium. 20 bin işçinin 10 yılda çalışarak tamamladığı Collesium’da yıllarca gladyatör dövüşleri yapılmış.Bunu düşünmek bile oldukça heyecan veriyor.
Roma’nın içerisinde başka bir ülke; Vatikan da tüm görkemiyle etkileyici bir görsellik sunuyor. Vatikan’a girildiğinde aslında başka bir ülkeye, dünyanın en küçük ülkesine giriş yapılıyor. Vatikan’ın içerisindeki Saint Pietro Bazilikası, Hristiyan dünyasının en büyüğü… Burada aynı anda 20.000 insan dua edebiliyor. Vatikan Müzesi ise dünyanın en büyük müze kompleksi… Müze, yüzyıllar boyunca papalar tarafından toplanan değerli resim, heykel, harita gibi sanat eserlerini bünyesinde barındırıyor.

Roma’da her daim kalabalığın görüldüğü bir diğer yer en büyük ve en ünlü barok tarzı çeşme Fontana Di Trevi’dir. Efsaneye göre, Aşk Çeşmesi olarak anılan bu çeşmeye bozuk para atan kişi bir gün Roma’ya dönecektir. Atılan bu paralar belirli aralıklarla toplanarak yardım kuruluşlarına veriliyor. İnanışa göre sağ elle sol omuz üstünden Trevi Çeşmesine para atmak kişiye iyi şans getirir. Turistlerin Roma’da mutlaka ziyaret ettikleri Trevi Çeşmesi özellikle öğle saatlerinde o kadar kalabalıktır ki fotoğraf çektirecek yer bulmak bile zordur.

İtalya dünya modasına yön veren en önemli yerler arasında yer alan Roma’da NewYork, Milano, Paris şehirlerinde oldugu gibi birbirinden lüks ve şık mağazaları burada bulabilirsiniz.
Roma sadece sanat ve tarihten ibaret değil. Metrosundan otobüsüne her yerle sürekli konuşan, gülen mutlu insan profillerini göreceğiniz Roma; alışveriş caddeleri, cafeleri, sokak çalgıcıları ve ressamlarıyla her beklentiyi karşılıyor, her anınızı keyifli kılıyor.
Pompei
İtalya Napoli yakınlarında antik bir şehir. Bir dönem Roma İmparatorluğunun en gözde şehri iken MS 79′da yanı başında patlayan Vezüv yanardağının küllerinin üstüne çökmesi ile olduğu gibi taşlaşmıştır. Bugün İtalya’nın günübirlik en çok turist çeken yerlerinden biridir.Pompei, Vezüv yanardağının getirdiği lavlar ve küller altında kalmış olup, taşlaşmış insanları görebileceğiniz tek şehir.Pompei nin tarihteki hikayesine gelirsek ;
Günümüzden tam 1934 yıl öncesinde yaşanmış. Yani MS.79 yılında. Zevk-i sefanın süre geldiği bu şehirde insanların gözü para ve zevkden başka birşey görmüyordu. Bu şehrin başına geleceklerin belki de habercisi MS.62 yılında meydana gelen depremdi. Depremler artık o kadar sık olmaya başlamıştı ki Pompei halkı bu olaya alışmıştı. Ta ki alışanın bir olay gerçekleşene kadar.

Günümüzden tam 1934 yıl öncesinde yaşanmış. Yani MS.79 yılında. Zevk-i sefanın süre geldiği bu şehirde insanların gözü para ve zevkden başka birşey görmüyordu. Bu şehrin başına geleceklerin belki de habercisi MS.62 yılında meydana gelen depremdi. Depremler artık o kadar sık olmaya başlamıştı ki Pompei halkı bu olaya alışmıştı. Ta ki alışanın bir olay gerçekleşene kadar.
Şehrin bir zevk şehri olduğunu söylemiştik. Şehrin günümüz kazılarından da anlaşıldığına göre; zenginliğin getirmiş olduğu sapkınlığın inanılmaz boyutlara yükseldiği, her geçen gün zinanın arttığı, duvarlara kazınan resimlerden de anlaşılıyordu. Şehrin o dönemde roma egemenliğinde olması putperest imparatorluğunda getirileri olmuştu. Anlaşılacağı üzere; bir Roma belgeselinde, Sezar’ın, küçük yaştaki yeğeniyle olan homoseksüel ilişkisinin; çocuğun annesi tarafından teşvik edilmesi ve bir şeref olarak takdim edilmesi, dehşet vericidir. Buda bu imparatorluğun ne derecede sapkınca davranışlar sergilediği anlaşılmaktadır. MS.79 yılında da durum farksızdı.


MS.79 yılının 24 Ağustosu.Etnograf, Prof. Carlo Giardano olan biteni şöyle anlatır.“O gün öğle vakti, volkanın ağzından aniden yükselen bir kül bulutu, birkaç saat içinde bütün Pompei’yi kaplamıştı. Böylece şehir, çok uzun bir sessizlik dönemine girdi. Burada yaşayan binlerce insanın, tehlikenin bu kadar yakınında oldukları halde gafil avlanmış olmaları, o tarihlerde Vezüv’ün bambaşka bir manzara altında olmasından ileri gelmiştir.”
O gün Vezüv yanardağından dumanlar yükselmeye başladı. Bir patlama olacağını anlayan halk panik içerisinde limana doğru kaçmaya başladı. Kendisini gemiye atabilenler dönmemek üzere Pompei’den uzaklaşmaya başladılar. Ancak bu onlaın kurtuluşu olmayacaktı. Dev dalgalar bindikleri gemileri yukarıya kaldırıyor ve surlarının içindeki lav denizine doğru fırlatıyordu.Gökten iri kum taneleri büyüklüğünde, çok kızgın küçük taşlar yağmaya başlamıştı. Hemen arkasındanda da, gaz ve kül yüklü kocaman siyah taşlar düşmeye başladı. Bu sonuncular yere değer değmez patlıyor ve ilk kayıpların verilmesine sebep oluyordu. Diğer taraftan evlerinin volkanın süngertaşı-kül yığınının ağırlığına dayanamayıp çökmesiyle yok oluyorlardı. Volkandan çıkan zehirli gazları soluyanlar ise anında ölüyordu. Sonra ardı ardına Pompei üzerine kızgın küller yağmaya devam etti. Ve ilk ölenlerin üstünü yorgan gibi örttü. Birkaç saat içinde, “dünya ve zevk cenneti Pompei”, büyük bir mezarlığa döndü. 20.000 insan bir anda yok oldu
Portofino
Bir şarkının meşhur ettiği, o şarkıyı duyanın merak edip görmek istediği, adı aşkla, romantizmle anılan küçük İtalyan şehri Portofino…Elli yıl önce güzel ve küçük bir balıkçı köyüyken şimdi adı lüks ve zenginlikle anılır olmuş. Yine de gerçek kimliğini kaybetmemiş…şarkılara ve filmlere konu olmuş meşhur liman şehri Portofino
Pastel renkli, yeşil panjurlu rengarenk evlerin çevrelediği yarım ay şeklindeki bu liman kasabası bir tabloyu andırıyor. Çok lüks yatlar, lüks oteller, pahalı butik ve restoranlara sahip olsa da burayı sevimli bir balıkçı köyü yapan belki de bu masalsı tablo. Buradaki restoranlar, kafeler ve barların hemen hepsi denize bakıyor ve sokaklara taşan bir hayatın hareketli Akdeniz karakterini en çok buralar taşıyor. Prestijini ise dünyanın en gösterişli yatlarının kaçınılmaz durağı olmasından alıyor.
TOSKANA BÖLGESİ
İtalyan Rönesansı’nın merkezi Floransa, eğik kulesiyle pek çok turist çeken Pisa ve ziyaret edeni kendisine hayran bırakan Siena; elbette İtalya’nın bu üç muhteşem şehrine sahip ünlü bölgesi Toscana(Toskana)’dan bahsediyorum.Muhteşem manzarası, güzel mutfağı, alabildiğine uzanan üzüm bağları, tepelere kurulmuş köyleri ve dünyaca ünlü şaraplarıyla hafızalarımızda kendine önemli bir yer edinen güzel bölge Toscana.
İtalya’nın hiç kuşkusuz en güzel bölgelerinden biri olan Toskana’da yer alan Pisa’ya doğru yol alırken, olağanüstü doğanın ve bütün estetikleriyle zamana karşı dimdik duran yapıları görüyoruz. Pisa’ya vardığımızda ünlü Mucizeler Meydanı, bir başka deyişle Piazza dei Miracoli başta Pisa Kulesi olmak üzere büyüleyici yapılarıyla bizi karşılıyor. Pisa Kulesi Piazza dei Miracoli, bir başka deyişle Mucizeler Meydanı’nda yer alıyor.
Floransa
Floransa, Unesco Dünya Kültür Mirası listesinde yer alıyor ve yaşayan sanat merkezi olarak biliniyor. Dünyaca meşhur Kubbesi ile ”Çiçekli Meryem Kilisesi”, sanatın ve zenginliğin doruğa ulaştığı Sinyorlar Meydanı ve Sarayı, aşıkları buluşturan tarihi Köprü Ponte Vecchio mutlaka görülmesi gereken yerlerden.Futbolun ilk oynandığı yer olarak bilinen ve şehir futbol takımı Fiorentina adı ile özdeşleşen Santa Croce Kilisesi ve Meydanı ile kendinizi adeta bir açık hava müzesinde gezer gibi hissedeceksiniz.
Floransa, hümanizmin beşiği olmuştur. Ayrıca sanatların da merkezi durumundadır.
Hümanizmin Önemli Temsilcileri
- Dante (1265 -1321): İtalyan edebiyatının kurucusu En önemli eseri yapma destan niteliğindeki "İlahi Komedya"dır.
- Petrarca (1304 -1374): İtalyan şairi. Soneleriyle tanınır.
- Boccacio (1313-1375): İtalyan yazarı. Hikâye türünün yaratıcısıdır. "Decameron" adlı eseriyle ünlüdür.
- Villon (1431 -1463): Fransız edebiyatının kurucusu sayılan şair.
- Rabelais (1490 -1553): Fransız yazarı. Pantagruel ve Gargantua adlı mizahi ve fantastik eserleriyle roman türünün doğmasında öncülük etmiştir.
- Ronsard (1524-1585): Fransız şairi.
- Montaigne (1533 -1592): Fransız yazarı ve düşünürü. Deneme türünün babası.
- Cervantes (1547 -1616): Türünün ilk örneği sayılan Don Kişot romanıyla dünyaca tanınmış İspanyol yazarı.
- Shakespeare (1564 -1616): İngiliz ve dünya tiyatro edebiyatının büyük sanatçısı. Romeo ve Juliet, Hamlet, Othello, Kral Lear, Machbeth gibi tragedyaları ve Yanlışlıklar Komedisi, Hırçın Kız gibi komedyalarıyla tanınır.
Avrupa’yı sanat ve edebiyatla tanıştıran Rönesans hareketinin doğum yeri olduğu bilinen Floransa’nın ara sokaklarında yürürken bu şehirde yaşamış ve eserler vermiş olan Leonardo da Vinci, Michelangelo ve Dante gibi sanatçıların ayak izlerini takip edebilir, bu sanatçıların gözüyle Rönesans estetiğine şahitlik edebilirsiniz.
Floransa da Floransalı Medici Hanedanından bahsetmemek olmaz .Medici hanedanı sadece Floransa’da ve Toskana topraklarında değil, bütün İtalya ve Avrupa üzerinde sanat sayesinde etkin olacak bir saltanat kurmuşlardır ve Mediciler, soylu olmamalarının açığını, modern müzeler ve koleksiyonlar çığırını açan girişimleriyle kapatmışlardır.
Michelangelo’dan Leonardo da Vinci’ye kadar sanat tarihinin dâhileri Mediciler’in koruması altına girmişlerdir.
Floransa’nın, Avrupa’nın kültür merkezi haline gelmesi sonucunda, bu kültürden nasiplenmek isteyen bütün sanatçılar, bilginler, aristokratlar, tüccarlar, aydınlar Floransa’ya akmaya başlamışlardır. Toskana’ya aylarca, hatta yıllarca süren geziler düzenlerler.Seçkinler,Greko-Romen köklere dayandığı açıklanan uygarlıklarının uyanmasını izlemeye giderler.Bu da şehrin gelişimine ve zenginleşmesine neden olan unsurlar arasındadır.
Napoli;
Napoli, İtalya’nın nüfus itibariyle, Roma ve Milano‘dan sonra üçüncü büyük şehridir. İtalya’nın akşam saatlerinden sonra sessizleşen şehirlerine biraz uzak Napoli… Her daim hareketli. İtalya’da güneye doğru inildikçe alışveriş olsun, restoranlar olsun fiyatlar daha ucuzluyor. İşte Napoli de bu şehirlerden biri. Cıvıl Cıvıl neşeli İtalyan filmi sevenler, Fellini hayranları, arkeoloji tutkunları, maceraperestler Napoli’yi çok seveceklerdir. Napoli, tarih, kültür, mimari, müzik ve gastronomi yönlerinden İtalya’da hayati rol oynamaktadır.
Şehrin çogu yerinde bir buyuk sehir havasi yok, hâlâ eski usul bir yasam suruyor Napoli halki. Daracik sokaklarinda balkonlardan sarkan çamasirlari, binanin altindaki manavi, mahalle bakkali,cafesi,sokaklarda oynayan çocuklariyla Akdeniz kimligi ozellikleri tasiyor.
Diger taraftan da, bir metropol olmayi reddeden, basina buyruk yasamayi seçen bir buyuk sehir havasi var.Italya'nin asi çocugu sanki...Napoli'ye dair en begendigim ozelliklerden birisi meydanlar. Adim basi meydan. O kadar çok var ki, bir yol, azicik akip gitmisse mutlaka bir meydan karsiniza çikarip nefes aldiriyor size.
Napoli İtalya’da pizzanın memleketi kabul edilen şehir… Pizzaları çok çok güzel ve ucuz… Yüzlerce kişinin kapısında kuyruk olduğu pizzacıları var.L'Antica Pizzeria Da Michele. Çok acayip kalabalık var kapısında, önce numara alıyorsunuz sonra bekliyorsunuz, sizi çağırıyorlar sıranız geldiğinde, masanıza oturup yiyorsunuz.Meşhur pizzacıda en meşhur pizza Bufalo Mozerrellası ile yapılan Margarita pizzası (Mozeralla Di Bufalo) Mozerella ve domatezin hamurla odun ateşindeki buluşmasından çıkan bu pizza çok lezzetli… Napoli’de pizzalar kalın hamurdan yapılıyor, ince hamurdan çıtır pizzalar seviyorsanız hamuru size biraz fazla gelebilir, kenarlarını yemeyebilirsiniz. Bu pizzaların fiyatları da diğer İtalyan kentlerine göre daha ucuz.
Diğer bir meşhur pizzacı da Sorbillo Gino, Sorbillo şehir merkezinde old town’da yer alıyor, pizzanın ilk yapıldığ yer olarak geçiyor! Sorbillo’da da pizza yemeden Napoli’den dönülmez, sanırım şehre gelen her turist buraya gelip pizza yiyor, kalabalığı hayal edemezsiniz, önündeki yol tamamen kapanıyor akşamları… Bizde burada pizza yemeyi ihmal etmedik .:)
Siena -Masal şehri;
Labirenti andıran daracık sokakları, düzenli mimarisi, İtalya’nın en güzel meydanlarından birine sahip, kendi halinde bir kale şehri olmasıyla ve o masalsı havasıyla beni içine çekmiş bir şehir Siena...
Siena, İtalya’nın Toskana bölgesinde bulunan bir orta çağ şehri… İtalya’nın kuzeyinde, Floransa’nın 70 km kadar güneyinde bulunuyor. Tarihi şehir bölümü UNESCO Dünya Mirasları Listesinde
Siena denince akla ilk gelen şey İtalya’nın en güzel meydanlarından biri olan Piazza del Campo. Bu meydanın istiridye kabuğunu andıracak biçimde dokuz parçaya bölünmesinin nedeni: her parçanın o dönemki idari bölgelerden birini temsil ediyor olması. Bugünkü şekline 13. yüzyılın sonlarında kavuşan meydanı gezmeye çevresindeki saraylardan başlayabilirsiniz.Campo Meydanı’nın çevresindeki sarayların en ünlüsü, Palazzo Pubblico(Belediye Sarayı). İnşaasına 1284 yılında başlanan saray, başlı başına bir sanat harikası. Bu yapının hemen üzerinde 102 metrelik Mangia Kulesi yükseliyor. 13. yüzyıl tarihli kulenin beş yüz basamağını tırmandığınızda, muhteşem şehir manzarası karşınıza çıkıyor.
İtalya’nın en büyük katedrallerinden biri olan Siena Duomo, bir kez ziyaret edildiğinde farkına varılamayacak kadar çok ayrıntıyla dolu. Romanesk ve gotik mimarinin bir karışımı olan iç mekâna Donatello, Bernini ve Michelangelo’nun heykelleri, işlemelerle süslü zemin ve freskler hâkim.
Siena, sadece mimari güzelliğiyle değil halkının ona olan tutkusuyla da heyecan uyandırıyor. Çünkü şehirlerine büyük bir aşkla bağlı olan Sienalıların geçmişten gelen sebepleri var. Başta Floransa olmak üzere Toskana’ya bağlı şehirlerle arasındaki rekabet, Siena’yı asırlar boyu sürecek bir mücadelenin içine sokmuş. Orta Çağ’da Campo Meydanı’nı süsleyen Venüs heykeli bile bu çekişmeden nasibini almış. 1348’de veba salgını Siena’yı vurduğunda, şehrin ileri gelenleri bunun sebebini heykele bağlamışlar. Halk da heykeli parçalayıp Floransa surlarının dibine gömmüş. Tarihte Floransa’ya karşı kazanılmış bir zafer olan Montaperti Savaşı da Sienalıların çok önemsediği iki konudan biri. Diğeri ise Palio adıyla bilinen geleneksel at yarışları.


Biraz da, basit ama malzeme açısından zengin yemekler hazırlanan Siena mutfağından bahsedelim.Toskana’nın merkezinde olmasından dolayı, Siena mutfağındaki yemeklerde lezzetli etler, taze sebzeler ve aromatik otlar kullanılıyor. Bu yemekler şüphesiz ki en kaliteli zeytinyağlarıyla hazırlanıyor.Siena mutfağı özellikle sarımsak, tarhun gibi aromatik sebzeler açısından zengindir. Sarımsaklı bruschetta Siena’da bolca tüketilen bir başlangıçtır.
Biraz da, basit ama malzeme açısından zengin yemekler hazırlanan Siena mutfağından bahsedelim.Toskana’nın merkezinde olmasından dolayı, Siena mutfağındaki yemeklerde lezzetli etler, taze sebzeler ve aromatik otlar kullanılıyor. Bu yemekler şüphesiz ki en kaliteli zeytinyağlarıyla hazırlanıyor.Siena mutfağı özellikle sarımsak, tarhun gibi aromatik sebzeler açısından zengindir. Sarımsaklı bruschetta Siena’da bolca tüketilen bir başlangıçtır.
Birinci tabaklar (primi piatti dedikleri) arasında en ünlüsü pici makarnalarıdır (kalın spaghetti). “Fakirlerin spaghettisi” olarak adlandırılan bu kalın spaghetti su ve undan yapılıyor. Yumurta isteğe göre ilave ediliyor. Toskana’nın diğer bölgelerinde olduğu gibi Siena’da da ravioli, tagliatelle ve pappardelle bol miktarda tüketiliyor.
Sienalılar baharat ve aromatik sebzelerle tatlandırdıkları et yemeklerine mutfaklarında yer veriyorlar.

Toskana’ya özgü “pecorino di crete” peyniri ise Siena mutfağında tercih edilen bir peynir çeşididir.
Toskana’ya özgü “pecorino di crete” peyniri ise Siena mutfağında tercih edilen bir peynir çeşididir.
San Gimignano;
İtalya'nın Toskana bölgesinde Siena ili'ne bağlı bir komün ve etrafı surlarla çevrili, çok iyi korunmuş olan bir Ortaçağ kasabasıdır.
Ortaçağın Manhattanı" olarak adlandırılan yerde 12. ve 13. yüzyıllarda yapılmış olan kulelerden günümüze dek 14 tanesi ayakta kalabilmiştir. Şehir 18. ve 19. yüzyılda gerilemekle beraber 14. yüzyılın ikinci yarısındaki görünüşünü korumaktadır. Beldeninin tarihi merkezinin tipik Ortaçağ mimarisi ve görünüşünü koruması dolayısıyla San Gimignano UNESCO Dünya Mirasları İtalya listesinde bulunmaktadır.
Bölgenin "Vernaccia" adlı beyaz şarabı meşhurdur.
San Gigmiano kasabası, yöredeki feodal yapının izlerini taşıyan diğer yerleşimler gibi, bir tepenin üzerinde ve surlarla çevrili. Kale kapısından girer girmez, kasabanın taş güzelliği sizi hemen sarmalıyor. Bilinçli koruma, bilinçli sahip çıkma ve bilinçli kullanım sonucunda, yılların eskitemediği, oldukça iyi ve aslına sadık olarak korunmuş bir kasaba. İtalyanlar, San Gigmianolular tarihlerine bu derece özenle sahip çıkarken, bizim ülkemizde tarihi yok etmek, tahrip etmek, görmezden gelmek konusunda neden ısrarcı olduğumuz konusu, anlamakta ve izah etmekte çok zorlandığım bir konu.
Tamamı taş yapılardan oluşan San Gigmiano’nun en önemli özelliği, kuleleri. Rakip ailelerce, 12. ve 13.yy.larda yapılmış 13 kule, şehrin kuzey Avrupa’dan Roma’ya uzanan yol konumunun zenginlik sağladığı dönemde, güç gösterisi olarak inşaa edilmiş. Bugün sadece kulelerden biri, Torre Grossa ziyarete açık.
Via San Giovanni caddesi boyunca hafif bir rampa ile, sağlı sollu hediyelik eşya mağazalarına göz atarak, Piazza delle Sisterna’da durduk.Burada meydanın ortasındaki kapatılmış su kuyusuna para atıp dilek dilemek isteyenler bir yana, herkesin elinde bir dondurma ile, önünde uzun kuyruklar oluşmuş iki dükkanın etrafında toplaşmış olmaları dikkatimizi çekiyor.
Her ikisi de Dünya Dondurma Şampiyonu olduğunu ilan eden dükkanların bu iddiaları lafta değil. İtalyan dondurma takımı ve dondurma organizasyonu olarak, dünya şampiyonluğu aldıkları yılları dükkan camekanlarına yapıştırmak üsulü ile belirtmişler.
Tabi ki tadına bakıyoruz.Yumuşak kremamsı dondurmalar seçmekte zorlanacağınız kadar çok çeşitli. Ne fazla soğuk buzlu, ne fazla yumuşak kremalı iç bayıltıcı, gerçekten haklı bir kıvam ve lezzeti tutturduklarını kabul etmek gerekiyor.


Piazza del Duomo ‘daki kulelerden birisinin tepesine yerleştikleri, atlamak üzere olan insan heykeli, görenleri de çocukları da önce boş bulunup korkutuyor olsa da, hayli ilgi çekiyor. Kuleler son derece etkin dominan bir yapıya sahip, taşın soğuk etkisini insani boyuta indirgemek için, turist güzergahlarına yer yer, ahşap insan figürleri yerleştirmişler.
Ortaçağdan beri neredeyse hiç değişmemiş, sade basit taş yapıları ve servet sembolü taş kuleleri ile karakterize olmuş San Gigmiano’ya, dar sokaklarının arasından sunduğu enfes vadi manzarası, yoğun tekdüze aynı renk taşa rağmen, beklenenden güzel bir görünüm ve sıcak bir yakınlık katıyor.
İtalya turu devam edecek ...
<script data-ad-client="ca-pub-2044130004774486" async src="https://pagead2.googlesyndication.com/pagead/js/adsbygoogle.js"></script>
Yorumlar
Yorum Gönder