Kimseyi başkalarının hikayelerine göre yargılama



insanı yargılamak ile ilgili görsel sonucu
İyiligi,güzelligi,paylaşmayı kısaca iyi insan olmanın erdemini hatırlamamızı saglayan ramazan ayında oldugumuz şu günlerde sizden bir ricam var ;sadece 1 gün ,tek bir gün hiç kimseyi yargılamadan gününüzü  geçirmeye özen gösterebilirmisiniz? Sözünüzle, yazınızla, yüzünüzle, bakışınızla, hal ve tavrınızla,beyninizle, ses tonunuzla hiç kimseyi yargılamadığınız tek bir gün.Deneyin,bakın ne kadar zor olduğunu göreceksiniz.Bu bir birey için bu kadar zor ise, toplum için ne kadar zor olabilecegini varın siz düşünün.


Birisine bakıp onu gördüğümüzde, onun sesini duyduğumuzda, onun sesinin tonu, konuşma,giyinme tarzı ,el kol hareketleri ve daha birçok karmaşık girdilerle o kişiyle ilgili beynimizde otomatik bir algılama oluştururuz. Ve o algılamaya dayanarak kişiyle ilgili daha ilk tanışmamız olsa,ilk saniyeler olsa dahi beynimizde o kişi ile ilgili bir kalıplama yaparız.
Bu kişi bizim tarafımızdan  ‘öfkeli, bencil, kaba, saldırgan, saygısız, tehlikeli, uzak durulması gereken, cahil’ biri olarak algılanabildigi gibi aynı kişi bir başkası tarafından,onurlu,kibar,delikanlı,saygılı,yardımcı,dostluğa layık’ biri olarak görülebilir.Burdan da anlaşılacagı üzere yargılama tamamıyle yargılayan kişinin dünyaya bakış açısı,hayat görüşü,kalbinin rengi,egitimi ve çevresine göre degişmektedir.
Mesela sevdiğiniz bir arkadaşınız var ve  yine sevdiğiniz başka bir arkadaşınız  o kişi hakkında size hoş olmayan birşeyler anlattı,bu anlatılanlar ondan soğumanıza neden olur mu,o arkadaşınızdan uzaklaşır mısınız?

Ben düşünceme göre cevap verirsem eger ;asla anlatılanlara inanmam,sonuçta anlatılanlar anlatanın görüşü,düşünüşü ve kalbine göre şekillenerek size yansıttıklarıdır lakin  yinede  dikkatli olurum ve bu söylenilenlerde doğruluk payının olup olmadıgını anlamak için anlatılan kişiyi gözlemlerim ve bu kişiye ve anlatan kişiye karşı  daha tedbirli davranırım.


Ya da sevmediğiniz uzak olduğunuz biri var,sevdiğiniz arkadaşınız onun hakkında güzel şeyler söylüyor, bundan etkilenir ve sevmediginiz o kişiye karşı yakınlık duyar mısınız?

 Bu soruya cevabım da ;hayır,etkilenmem.Sevmediğim o kişi arkadaşıma gayet iyi veya iki yüzlü davranıyor olabilir,ben onu sevmiyorsam,bana yapmış olduğu yanlışlar vardır ki o kişiden uzaklaşmışımdır.Belki ona bu yanlışları  yapmıyordur da bana yapıyordur.Sonuçta herkes herkesi sevemez.Birinin çok iyi anlaştığı kişiyle diger kişi anlaşamayabilir bu bazen tanımasan bile olabilir.Yıldızınınızın barışmaması,kanının almaması gibi,bazen nedeni bile olmaz ama kişiye karşı antipati duyabilirsiniz.

Asla onunla ilgili duyulan güzel sözler beni etkilemez mi dersiniz yoksa bu anlatılanlardan etkilenir sevmediginiz kişiye karşı sempati mi duymaya başlarsınız .Ya da birine karşı nötürsünüz,dışardan gelen,birçok kişiden gelen farklı veya aynı yorumlara  göre uzaklaşıp, yakınlaşırmısınız ?

Bu sorulara cevap ararken ilk önce ,‘Bizler başkalarını yargılama hakkına sahipmiyiz,bu hakkı kendimizde nasıl görüyoruz?’sorusuna cevap aramamız gerekiyor. Buna basit bir örnek verirsem; aynı öğretmen ile beşinci sınıfa kadar gelen bir öğrenci düşünelim. Hattâ, bu çok sevdiğimiz bir arkadaşımızın çocuğu olsun.Misâfirliğe gittigimizde çocuğu ders çalışırken görüp, önce bir ‘Aferin’ dedikten sonra imtihân etmeye ve soru sormaya başlarız.Sorduğumuz soruyu çocuk bilemeyebilir.Biz bu cevaba göre çocuga hemen bir ‘Not’ verip; ‘bizim zamanımızda eğitim-öğretim çok daha iyi idi. İlkokul beşinci sınıfta öğrendiklerimizi, şimdi lise tâlebesi dahi bilmiyor.’ deyiverir ve çocugu,ögretmenini,ailesini ve şu ana kadar aldıgı tüm egitimi bir çırpıda yargılayıveririz.

Şimdi biz ne yaptık ?
Küçük çocuğun aldığı eğitimi tek soruyla ölçmeye kalktık.Halbuki klâsik yazılı sınav da bile ortalama on soru ile ölçme değerlendirme yapılmaktadır. Bu değerlendirme de o ana kadar çocuğa derste verilenlerle ilgilidir. Biz ise kendimizi eğitimcinin emek verip, zaman harcayarak ve defalarca sorular sorarak çözemediklerini tek bir  soru ile halletmiş varsaydık Aslında çocuk sorulanı bilse de, bilmese de bir şey değişmeyecekti. Çünkü o tâlebenin durumunu en iyi bilen beş yıl boyunca kendisine emek veren öğretmenidir.
Bir öğrencisini beş yıl boyunca okutup eğiten öğretmen, o öğrencisi için egitimi ve çalışması hakkında yargıda bulunma hakkına sahiptir. Çünki emek harcamış. ter dökmüş ve eğitmeye çalışmıştır. 
Şu hâlde bizler kendimizi başkaları hakkında yargı da bulunma hakkına sahip olarak nasıl görebiliriz.Biz ancak insan hayatındaki kimi gelişmelerin davranışlara yansıyan sonuçları ile karşılaşırız. Bu karşılaştığımız sonuçları ortaya koyan sebepleri ve şahsın ruhsal,eğitimsel durumunu bilemedikçe davranışları ne doğru algılamamız, ne de doğru tahlil etmemiz mümkündür.
İnsanoglunun en büyük yanlışlarından birisi kendisinin hiçbir yanlışını görmeyip başkalarının yanlışlarını görmesidir.Gariptir ki; başkalarının yanlışlarını sayıp dökerken hissettiğimiz hazzın bin de birini, başkaları bizim yanlışlarımızı ortaya koyarken almayız.Hatta haz almak bir yana buna cüret ettigi için o kişiye çok da sinirlenir ve kızarız.
Doğrular ve yanlışlar bellidir. İstisnâi durumlar dışında, bunun ‘Sana veya bana’ göresi olmaz. O zaman neden başkalarının davranışlarını kolayca eleştirip, yanlışlarını ortaya döküp sayarken, iş kendimize gelince rahatsız oluruz ?
insanı yargılamak ile ilgili görsel sonucu
O zaman bu nokta da davranışlarımızı neye göre belirlemeliyiz ? Anlatılanlar bizi bir belirsizliğe dogru mu itmekte ?Elbette çevremizdeki insanları tanımalı, hayatın binbir çeşit getirileri karşısında tedbirli olmaya çalışmalıyız.. Fakat tedbirli olmak ile başkalarını yargılamak arasında ki kalın çizgiyi de görmezden gelemeyiz.Yargılamak; başkalarının davranışlarına bakarak, ‘Ben bunları yapmıyorum’ o zaman ben daha üstün ve iyi bir insanım diyerek  kendimizi yargıladıgımız insandan daha üstün görmek yanlışına düşmemizdir.
Mutlu ınsanlar başkaları hakkında dedıkodu ve yargılama yapmaz .Dedikodu yapmak bir çeşit ilgi çekme taktigidir.Bir insan, başka bir insanı uzun süre takip eder ve insanlara karşı sevecenlikle yaklaşmasını, onlarla kurduğu ilişkileri kıskanır.Bu yüzden de kendisini ilgi çekmeye çalışan ve yalnız kalmaktan korkan biri zanneder.Bu tip kişiler empatiden yoksun olduğu için, karşısındakinin ne hissedeceğini bilmeden atıp tutmaya başlarlar.Sonuçta kendisinin kafasındaki imaja göre bu hakka sahip olduklarını düşünürler.bunu ulu orta yaptıklarında da,o kişinin üzerinden ilgiyi kendilerine  çekerler !veya çektiklerini zannederler.
Başkalarını kolayca ve acımasızca yargılamak ne kadar da kolay.Halbuki kendi hatalarımızı aklamak için türlü  zihinsel taklalar atarız,bin çeşit mazaret öne sürer ,aklamak için bin dereden su getiririz.Başkalarına gelince de sonuna kadar eleştirmekte, yargılamakta, aşağılamakta ve hakaret etmekte bir sakınca görmeyiz. Bunu yapacak cesareti kendimizde buluruz.Bunun psikolojik boyutları da var elbette.Kendi yaptıklarımızla yüzleşme korkusunu, başkalarını eleştirerek baskılamaya çalışırız.
Örneğin yere çok rahat bir şekilde çöp atan biri,yağmur yağdığında mazgallar tıkandığı için başkalarına,yaşadıgı yerin belediyesine,çalışanlarına,topluma küfretme hakkını kendinde görebilmektedir.
Her ama her konuda etrafımızdakileri eleştiririz.Sorun belki eleştirmekte de değil,biz direk yargılama yaparız.Sanki başka insanları değerlendirmek için bize yetki verilmişçesine durmadan konuşuruz.Sosyal medya ya  baktığımızda, insanların birbirine ne kadar pervasızca hakaret ettiklerini görebiliriz.Lakin bunu yapanlar nasıl bir anlamsız,saçma sapan bir tutum içinde olduklarının farkında bile değillerdir.
Başkalarına alabildiğince küfürler savurarak, ne bir görüşü savunabilir, ne bir kişiyi ikna edebilir ne de okuyan diğer insanlara fayda sağlayabiliriz.Ancak ve ancak içimizdeki öfkeyi anlık olarak tatmin ettiğimizi sanırız. O öfkenin orada neden var olduğunu bile sorgulamayız.
Tespitimizin doğru olması üzerinden hareket ederiz.Oysa tespitimizin yüzde yüz doğru olması, bize o insanı yargılama hakkını asla vermez.
Toplumsal bir yanlışa işaret etmek için genel değerlendirmeler yapılabilir ancak bir kişiyi eleştirmek üzerimize vazifeymiş gibi düşünmek ciddi bir yanlıştır.Kendisi açık giyinen birinin, kapalı giyinen bir başkasını eleştirmesi nasıl bir cehalet ise kapalı giyinen birinin açık ve özgür giyinen bir kişiyi eleştirmesi de o derece yanlış ve haksızdır.
Bizler çevremize daha hoşgörülü yaklaşır,her konuda  başkalarını yargılamayı bırakıp,kendimizi nasıl daha iyi bir insan yapabiliriz derdine düşersek eger olgulaşma yolunda bir adım atmış oluruz.
Birinin aleyhinde konuşmaya, onun arkasından atıp tutmaya, en olmadık ifadelerle yargılamayı nedense çok severiz.Neden böyle yaparız, neden bu olmadık yaklaşımlardan kendimizi alamayız, bunun bir açıklamasını bulmak oldukça zordur.
Kötülenen biri hakkında, yapmayın, adama iftira ediyorsunuz demeyiz de, dur bakalım daha neler anlatacak, bilmediğim daha neler var diye, neredeyse can kulağı ile dinlemeye devam eder, hatta katıldığımız noktalar olduğunu bile kendimizi inandırmaya başlarız.
Hiç birimiz demeyiz ki, sen bu adamı bu kadar yerden yere vururken, bu kadar insanın yanında kem sözlerle onu aşağılarken, sen nasıl birisin? Ne yaptı o insan sana da, küfürle karışık bu kadar kin kusuyorsun?
Kim birinin aleyhine konuşmaya başlasa, etrafında meraklı dinleyiciler oluşuverir.İtirazsız dinlemeler, anlatanın yanında saf tutmalar, hakkında hiçbir şey bilmediği, tanımadığı, aşağılanan, yerden yere vurulan insanı yada insanları, sırf anlatanın yanında yer almak,ona destek vermek adına, dinlemek, hak vermek, az bile yapmışsın demek, inan ben olsam daha da fazlasını söylerdim, az bile söylüyorsun diye cesaretlendirmek gibi yanlışların içerisinde bulunuruz.
Kem dille kim kimi yargılıyorsa, öncelikle kullandığı o kem sözlere, o kem ifadelere dikkat etmelidir. Söz yaydan fırlayan oka benzer. Geri dönmesi imkansız olduğu gibi, telafisi de hem zaman ister, hem de kırılan kalplerde açmış olduğu yaralar ve yapmış olduğu tahribatlar asla kapanmaz!
Düşünmeden konuşmanın cezası sonradan düşünmeye mahkum olmaktır."
Bir toplulukta bir insan hakkında aleyhte konuşmalar yapılırken, hiç kimsenin beklemediği bir anda,o insan aniden içeri girerse ne olur, hiç düşündünüz mü, yada böyle bir olaya şahit oldunuz mu?
Neden birileri için güzel konuşamıyoruz, neden insanlar hakkında güzel düşünemiyoruz, neden birileri aleyhinde atıp-tutmadan cümleler kuramıyoruz.
Dilimiz, güzel ve doğru konuşanı sevdiğimizi varsın söylesin!İşin içinde dedikodu yoksa, çekiştirme, yakıştırma, sataşma, açık arama, eksik bulma gibi mevzular bulunmuyorsa o konuşmalar ilgi çekici degildir ve kafamızı sarmaz.Ya esnemeye başlarız, ya uykumuz gelir, yada elimizde ki telefonla oynar dururuz.
Bin kere yanılsak, yanıldığımızı kabul bile etsek, birinin aleyhine oluşan ve gelişen en ufak bir sözü kaçırmamaya özen gösteririz. Ne yapayım elimde değil diyen, o kadar çok kişi var ki.İnsan yanıldığını bile bile aynı hatayı yapar mı?yapar maalesef ki .
Söz dönüp dolaşıp, insan çekiştirmeye, yargılamaya ve dedikoduya dönüştü mü , senin hakkında şu kişi şunu dedi, bu kişi bunu  dedi muhabbetine döndü mü, kolaysa tutun o insanları.Aklını,beynini ve kalbini kapatır.Açar agzını ,yumar gözünü .

beyninizi kapat  ağzını aç dedikodu ile ilgili görsel sonucuagzını aç   gözünü kapat ile ilgili görsel sonucu
Hz. Mevlana’nın  dostu Şems-i Tebrizi bu konuda bakın ne diyor;
Kimsenin aleyhine konuşma, uzaktan atıp tutma, insanları kem dille yargılama, bil ki yanılırsın.”
Kimimiz daha ender, kimimiz hemen her gün, kimimiz acımasızca, kimimiz kinayeli yani daha yumuşak ve sinsi bir şekilde. Bıkmadan usanmadan başkalarını eleştiriyoruz!yargılıyoruz.Dedikodu kadar zararlı ve alışkanlık yaratıcı bir tavır içinde bulunuyoruz.Aslında yargılayıcı olmanın insanın kendisini de,etrafını da zehirleyen çok düşük bir enerjisi var.Peki ama insanları yargılamaktan nasıl kurtuluruz.Kötü yönlerine odaklanmaktan, eleştirmekten nasıl vazgeçeriz?

Doğru-yanlış, iyi-kötü, güzel-çirkin diye sıfatlar sıraladığımızda insanların karakterlerini kategorize ederken ve gerekli gereksiz bir sürü şeyin çetelesini tutarken “Nasıl böyle bir şey yapabilir!”,“Ben olsam hayatta böyle bir şeye katlanmazdım”,“Ne kadar boş şeylerle meşgul”.“İnsan biraz olsun çabalar da bir şeyler yapar” deriz. Sayarız, söveriz, çok nadir olarak da överiz.

İçimizden tüm heybetiyle yükselen yargıç kendimize de en az o denli acımasız ve katı olduğumuzun bir göstergesidir aslında.Öyle ya, başkalarından son derece katı beklentileri olan bir kişi ancak bu “kuralları” ve beklentileri kendi de uyguluyorsa ve benimsiyorsa bu denli hararetli savunabilir, değil mi? Böyle birisi de “doğru insan olmak, çoğunluk tarafından sevilmek, takdir edilmek, onaylanmak uğruna kendine karşı esnek ve anlayışlı olmayı göze alamayan bir kişidir. Dolayısıyla da kendini koşulsuz sevemeyendir.

Her şeyi etiketleyen halimiz bizi de yorar.Hayat er ya da geç öğretir hepimize “Büyük lokma yut, büyük söz söyleme”nin ne demek olduğunu.  Hor gördüğümüz, şaşırdığımız ya da onaylamadığımız bir şey bizim ya da sevdiğimiz birinin başına gelirse ya da  hayat şartları zamanı gelince herkesi yerinden ederse, olmaz dediğimiz şey olursa, başımıza gelirse öylece kalakalırız.

Biraz daha yumuşasa yüreğimiz, empati kurmayı denesek ve biraz da ilahi adaletten çekinsek duracağız belki ama yok! Kimsenin durduğu yok. İş eleştirmeye geldi mi çok acımasız bir toplum olabiliyoruz maalesef.Aslında kendimizi zorlayabilirsek umut ışığı da yok degil .

Sanırım her şeyden önce, herkesin bir hikayesi olduğunu da unutmamamız gerekir.Bizimkine benzemeyen, birçok açıdan bizimkiyle hiçbir şekilde örtüşmeyen bir hikayesi, yetiştirilişi, kültürü, maddi durumu, çevresi ve eğitimiyle şekillenen, hayatının sunduğu tecrübelerle yoğrulan bir gerçeği var.
Hayatta başına gelenlerle ,geçmişte nasıl baş ettiği kişinin bugünkü inançlarını ve seçimlerini yönlendirmektedir.Belki de kişinin kendine bile itiraf edemediği zayıflıkları vardır.Çok güçlü görünen birçok insanın, içinde ne nenli kırılgan olduğuna illaki şahit olmuşsunuzdur.

Her yönuyle her şeyi her açıdan bilemeyeceğinizi göz önünde bulundurun ve kimseyi acımasızca eleştirmeyin.O kişi ile birlikte olmak istemiyorsanız ama ilişkinizi kesemiyorsanız belki daha az zaman geçirmeyi deneyebilirsiniz .Ya da paylaşımlarınızı sınırlayabilirsiniz.Yeter ki, sırf sizinle aynı çizgide değil diye ya da sizin doğrularınızla çelişiyor diye o insanı “yanlış” bir insan konumuna getirmeyin. Bu tavrın, ardında aslında ne büyük bir kendini beğenmişliği gizlediğinin farkına varın.Siz doğru,o yanlış?Bu kadar katı olmayın.Onun açısını farklı bir tercih, farklı bir görüş olarak değerlendirin.
Belki anlam veremediğiniz, yadırgadığınız bir açı ama hayat  bunu da içinde barındırıyor .Bunu çeşitlilik olarak ,yaşamın “demokratik” düzeni olarak görün.Kendi bildiğinizi “dikte etmeyin”. Unutmayın ki diktatörler sevilmez.

Kesin tanımlamalar ve ifadeler kullanmaktan kaçının.Dost sohbetlerinde eleştiriler başlarsa nazikçe konuyu “yumuşatın” ya da en azından siz de katkıda bulunmayın. "Vardır bir bildiği” deyin.“Bilmediğimiz bir sebebi olabilir” “Kim bilir?”.“Bir elin beş parmağı bile bir olmuyor”.“Her şey insanlar için” deyiverin.

Peki bir insanı tanıyıp hakkında hüküm vermek gerçekten bunlar mıdır?bununla ilgili alıntı bir hikaye paylaşmak istiyorum; 

iş adamı tıraş olurken bir yandan da berberiyle sohbet etmektedir.Derken, kapının önünden ağır ağır geçmekte olan paspal bir çocuk görürler.Berber, iş adamının kulağına fısıldar;'Bu çocuk var ya, dünyanın en aptal çocuklarından biridir! Bak; dikkat et şimdi...'Berber çocuğa seslenir: 'Ali, buraya gel!'Bunun üzerine çocuk sakince dükkâna girer ve yüzündeki aptalca sırıtmayla berberi selamlar.Berber işadamının kulağına sessizce, 'bak şimdi'diye fısıldar ve bir elinde 5 liralık, diğer elinde 50 liralık bir banknot olduğu halde çocuğa sorar: 'Hangisini istiyorsan alabilirsin?Çocuk dalgın dalgın bir 5 liraya bir de 50 liraya bakar ve sonunda 5 liralık banknotu hızlıca çekerek berberin elinden alır.Berber işadamına döner ve gülerek: Gördün mü? Sana söylemiştim. der. Tıraş bitince işadamı sokağa çıkar ve az ileride kendi kendine oynayan Ali'yi görür. Yanına giderek, neden 50 liralık değil de, 5 liralık banknotu aldığını sorar.Çocuk hiç de aptalca olmayan bir sırıtmayla yanıt verir:'Eğer 50 liralığı alırsam oyun biter!'


eger 50 liralık alırsam oyun biter berber ile ilgili görsel sonucu
Tanrı'nın bile insanlar hakkındaki hükmünü,ömürleri sona erdikten sonra verdiğine inanırken, biz kim oluyoruz da insanları birkaç kez görmek,iki-üç yazı okumak,birkaç dedikodu dinlemekle yargılama hakkına sahip olabiliyoruz!"

Kültür robotlarının sayısı azalıp,duygusal olgunluğa erişmiş,tepkileriyle değil bireysel seçimleriyle yaşayan insanların sayısı arttıkça kavga yerine sohbet eden bir toplum olmaya başlayabilecegiz.Sorunlarımız yine olacak tabii ama insana saygılı tavrımız ile tarzlarımız şimdikinden çok farklı olacaktır.

Siz siz olun,içinizdeki dogrudan yargılayan at gözlüklü yargıcı biraz daha az dinleyin.Daha çok sevin,sayın,gülün,gülümsetin.


Yorumlar