Bu günlerde yeni yazmakta oldugum kitabım ;içinde ismi gibi Alev Alev aşklar barındıran ,okudukça karakterlere aşık olacagınız ,aşkı yaşayacagınız ,aşkı his edeceginiz ,sizi toz pembe bir dünyaya götürebilecek bir hikaye yazmakla o kadar uzun zaman geçiriyorum ki ,aklımda başka bir düşünce şu anda olamadıgı için bloguma da aşk kavramı,aşkın ne oldugu,mazi ve günümüzdeki aşklar,farklılıklar ile ilgili bir yazı yazmak istedim ,umarım zevkle okursunuz.
Aşk nedir ,kimyasal bir dürtü mü yoksa zihinsel mi ? her kim olursa olsun hepimiz illaki hayatımızda en az bir kere aşık olmuşuzdur,veya birçok defa.Hayatımızda çok önemli bir yer tutan aşk kavramı nedir,nasıl olur,yenir mi içilir mi ?görülür mü ,görülmez mi ?Bu aşk denen şeyi nasıl tasvir edebiliriz.Tarif etmenin dahi çok zor oldugu bu aşk denen duyguyu biraz irdelemek istiyorum .
Aşk, bir varlığı( insan ,eşya,hayvan v.b...) tutku ve bağlılık düzeyinde sevmedir. Sadece üç harften oluşan bir kelime olmasına rağmen ne kadar büyük bir anlam yüklüdür.İnsanın nefesini kesen, mantığını unutturan, güldüren, ağlatan, hata yaptıran, kalbini kıran, kör eden, umutsuzluğa düştüm derken mutluluktan havalara uçuran oldukça ilginç bir duygu durumu AŞK...
Bu aklımızı başımızdan alan duygu ile başa çıkmak mümkün değil. Farklı hormonların aynı anda çalışmasıyla oluşan bu duygu durumunu iyi idare edebilirsek ilişki sevgiye doğru yelken açabilmektedir.Günümüzde maalesef ki aşklar çok çabuk tükenmekte. Artık kimse kimseyi alttan almıyor,kimse kimseyi idare etmiyor. Özveri zaten tükenmiş durumda.
Aşkın hayatımızda çok önemli bir yeri oldugu için bu his ile ilgili pek çok filmler yapılmış , kitaplar yazılmış ve kulaktan kulaga yayılan hikayeler anlatılmıştır.Hikayelerden hoşuma giden birini sizinle paylaşmak istiyorum ;
Günün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar. İlk önceleri güzel bir arkadaşlık olarak devam eder birliktelikleri, tabii zaman lâzımdır birbirlerini tanımak için.
Gel zaman, git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki, mutluluktan içi içine sığmaz artık ve anlar ki, suya aşık olmuştur.
İlk kez aşık olan çiçek, etrafa kokular saçar, "Sırf senin hatırın için ey su" diye...
Öyle zaman gelir ki, artık su da içinde çiçeğe karşı bir şeyler hissetmeye başlamıştır. Zanneder ki, çiçeğe aşıktır ama su da ilk defa aşık oluyordur.
Günler ve aylar birbirini kovalar ve çiçek acaba "Su beni seviyor mu?" diye düşünmeye başlar.
Çünkü su, pek ilgilenmez çiçekle... Halbuki çiçek, alışkın değildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz.
Çiçek, suya "Seni seviyorum der. Su, "Ben de seni seviyorum" der. Aradan zaman geçer ve çiçek yine "Seni seviyorum" der. Su, yine "Ben de" der.
Çiçek, sabırlıdır. Bekler, bekler, bekler...Artık öyle bir duruma gelir ki, çiçek koku saçamaz etrafa ve son kez suya "Seni seviyorum." der.
Su da ona "Söyledim ya ben de seni seviyorum." der ve gün gelir çiçek yataklara düşer. Hastalanmıştır çiçek artık. Rengi solmuş, çehresi sararmıştır çiçeğin.
Yataklardadır artık çiçek. Su da başında bekler çiçeğin, yardımcı olmak için sevdiğine... Bellidir ki artık çiçek ölecektir ve son kez zorlukla başını döndürerek çiçek, suya der ki; "Seni ben, gerçekten seviyorum." Çok hüzünlenir su bu durum karşısında ve son çare olarak bir doktor çağırır nedir sorun diye...Doktor gelir ve muayene eder çiçeği. Sonra şöyle der doktor: "Hastanın durumu ümitsiz artık elimizden bir şey gelmez."
Su, merak eder, sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalık nedir diye ve sorar doktora. Doktor, şöyle bir bakar suya ve der ki: "Çiçeğin bir hastalığı yok dostum... Bu çiçek sadece susuz kalmış, ölümü onun için" der.
Ve anlamıştır artık su, sevgiliye sadece "Seni seviyorum" demek yetmemektedir.
Çiçek ve su hikayesindeki gibi su çiçeğe seni seviyorum demiştir fakat çiçek susuzluktan yine de ölmüştür.Aslında aşkı ve sevgiliyi ayakta tutan bu sözcükleri kullanmak değil yaşatmaktır .Saygı ise aşkı sevgiye götürüp ölümsüzleştiren en önemli basamaktır.
Issız Adam filminin gişe rekorları kırması veya eski Yeşilçam filmlerinin efsane aşklarına bunca özlem duymamız tesadüf değil sonuçta. Aşk insan hayatının en önemli deneyimidir.Eğer bir insan aşkı gerçek anlamda deneyimleme şansına sahip olmamışsa bu insanın hayatı bildiği söylenemez. Hepimiz bu dünyaya sevmek ve sevilmek için geliyoruz o halde karşımızdaki insanları gerçekten sevmeye başlamadan evvel önce kendimizi sevmemiz,kendimizi tanımamız gerekir ki karşıdaki kişi o zaman bizim sevgimizde ki gücü hissedebilsin.Çünkü biz kendimizi sevmekle sevmeyi ögrenmiş olacagız .Kendi sınırlarını bilmeyen, kendini tanımayan insanların gerçek aşka ulaşması imkansızdır.
Küçük ya da büyük ayırt etmeksizin aşk hepimizin hissettiği bir duygudur. Belki çocukken, belki gençken, belki de tam da şuanda.Yaşadığımız duygunun gerçekten aşk olduğunu nerden anlıyoruz?
Büyüklerimizden dinlediğimiz, kitaplardan okuduğumuz ya da eski filmlerde izlediğimiz aşklar gerçek aşksa eğer günümüzde yaşanan duygulara ne ad vermeli?
Günlük hayatımızda dahi durup etrafımıza baktığımızda, sokağa çıktığımızda, alışveriş merkezlerine girdiğimizde, sinemalarda, arkadaş ortamlarında sevgili olduklarını iddia eden çiftlere hepimiz rastlıyoruz. Fakat ne yazık ki genellikle bu çiftlerden sadece çok az bir kısmı gerçek aşkı hisseden ve yaşayan kişiler oluyor. İşte bu yüzden unutulmuş olan aşk tanımını yaşanmış hikayelerden, hasretle, acıyla, özlemle yazılmış mektuplardan öğrenmek için “Büyük Kadınların Aşk Mektupları” isimli eseri okumaya karar verdim.
Kitabı okumaya başladığım andan itibaren eski ve yeni aşklara dair farklılıklar gözüme çapmaya başladı. Binbir türlü sebeplerden ötürü birbirlerine hasret kalan aşıkların hitap için kullandıkları kelimeler dahi yaşanılan aşkın, hissedilen duygunun ne kadar yoğun olduğunu anlatmaya yetiyor . Ömrüm, azizim, sultanım, mutluluktan kopardığım payım, ezelden ebede sana ait olan karıcığın...
Bu kelimelerin birbirlerine hasret iki insanın kaleminden dökülmesi beni oldukça şaşırtıyor. Günümüz yozlaşmışlıgı içinde alışık değiliz ya böyle içten sevmelere.Bizler etrafımızdan bir gün bile ayrı kalındığında ya da atılan mesajlara bir saat bile geç cevap verildiğinde trip atmayı, somurtmayı, kavga çıkartmayı öğrenmişiz . Saygının izini kaybettiği, aşk kelimesinin ağızlarda sakız olduğu, sadakatin sosyal medyada sil tuşuyla anlamını yitirdiği bir dönemde ne yazık kı aşkı yaşamaya çalışıyoruz.
Yalnızlığımıza çare bulalım, hayat arkadaşı edinelim diye çıkılan yolda adeta bencilliğimize takılıp tökezliyoruz .Megerse biz aslında aşk adını vereceğimiz koşullu bir birliktelik,bizi mutlu edecek, bizimle ilgilenecek, egolarımızı tatmin edecek bir sevgili arıyormuşuz.Bizlere düşününce; birbirini günlerce görmeden sevebilmek, sevgisini,aşkını yüreğinin derinliklerine gömüp bir sır gibi saklayabilmek ne kadar da uzak ve imkansız geliyor . Sevgilinin sesini duyabilmek, yüzünü görebilmek, halinden haberdar olabilmek kolaylaştıkça aşkı kalplerde hissedebilmek zorlaşıyor sanki.
Ayrılığı ölüme benzetip, hasretin yakıp kavurduğu gönüllerden en ufak bir anlaşmazlıkta, tartışmada ayrılığı çözüm yolu olarak gören gönüllere doğru bir yolculuk ne yazık ki evrimleşmek oldu son zamanlarda . Ne oldu da bu hallere gelindi, aşk anlamını ne ara bu denli yitirdi? Belki de hırslarımız, bencilliklerimiz bizi bu hale getirdi.
Bizi tatmin etmeyen aşka lanet edip unutmaya çalışmalarımız. Çektiğimiz acıları unutabilmek uğruna farkında olmadan aşkı da unutmaya başlamışız. Duygusallıktan ayrı düşünemeyeceğimiz aşkı adeta mantığın bir parçası yapmışız . “ Bu çocuk benim yanıma yakışmıyor, insanlar görse ne der?” diye diye öldürmüşüz içimizde büyüyen,yeşeren aşkı. Ayrılık sonrası çivi çiviyi söker mantığıyla soluğu başka gönüllerde alarak değersizleştirmişiz aşkı. Bağışıklık kazanmışız ayrılığa ve aşka. Yani bir nevi yine kendimiz edip kendimiz bulmuşuz .
Şimdi de “Ah nerde o eski aşklar!” diyerek her fırsatta hayıflanıyoruz . Ve şunu anlıyorum ki aşk aslında ne gizli olduğunda ne de hasretle harmanlandığında anlam kazanıyor. Aşk, iki kişiden başka kimsenin olmadığı, sevgiden başka bir duygunun barınmadığı, dünya çıkarlarının bir kenara bırakıldığı bir dünyada gerçek anlamını kazanıyor. Böyle aşklara rastlamak zor da olsa hala bir yerlerde bu güzel duyguları yaşayan insanların olduğuna inanmak istiyorum.Öyle ya da böyle bize dünyada hem cenneti hem cehennemi yaşatsa da, yeri geldiğinde kör kuyulara hapsedip yeri geldiğinde bizi göklere çıkarsa da aşktan vazgeçemiyoruz.
Herşeyden önce aşkın bir bağlılık olduğunu düşünenler hata yaparlar. Aşkın insanları özgür kılması lazım. Sahiplenmek ise aşka vurulacak en büyük darbedir. Eğer sevdiğiniz insanı sahipleniyorsanız onu kendi malınız gibi görüyorsanız bu aşk değildir.
Aşk nedir ,kimyasal bir dürtü mü yoksa zihinsel mi ? her kim olursa olsun hepimiz illaki hayatımızda en az bir kere aşık olmuşuzdur,veya birçok defa.Hayatımızda çok önemli bir yer tutan aşk kavramı nedir,nasıl olur,yenir mi içilir mi ?görülür mü ,görülmez mi ?Bu aşk denen şeyi nasıl tasvir edebiliriz.Tarif etmenin dahi çok zor oldugu bu aşk denen duyguyu biraz irdelemek istiyorum .
Aşk, bir varlığı( insan ,eşya,hayvan v.b...) tutku ve bağlılık düzeyinde sevmedir. Sadece üç harften oluşan bir kelime olmasına rağmen ne kadar büyük bir anlam yüklüdür.İnsanın nefesini kesen, mantığını unutturan, güldüren, ağlatan, hata yaptıran, kalbini kıran, kör eden, umutsuzluğa düştüm derken mutluluktan havalara uçuran oldukça ilginç bir duygu durumu AŞK...
Bu aklımızı başımızdan alan duygu ile başa çıkmak mümkün değil. Farklı hormonların aynı anda çalışmasıyla oluşan bu duygu durumunu iyi idare edebilirsek ilişki sevgiye doğru yelken açabilmektedir.Günümüzde maalesef ki aşklar çok çabuk tükenmekte. Artık kimse kimseyi alttan almıyor,kimse kimseyi idare etmiyor. Özveri zaten tükenmiş durumda.
Şu günlerde özellikle bayram yaklaşırken özellikle orta yaşlı veya yaşını almış yetişkinler yani eski bayramları yaşamış olanlar "Ah nerde o eski bayramlar" diye düşünüp ,içimizden de bir ahhhh diyoruz degil mi ?.Bunun gibi, "ah nerde o eski aşklar" da diyormuyuz?.
Sevdiği insanın gözlerinin içine baktı mı, cennete gitmeden cenneti yaşayan insanlar şimdi neredeler? Sevdiği insan için ölümü bile göze alabilecek ,mecnun olup kendini çöllere vurabilecek,ferhat olup şirin için dagları delebilecek,romeo olup juliette için kendini öldürebilecek kişiler şimdi neredeler ?Tarihteki ölümsüz aşklar gibi aşklar kaldı mı artık.Hiç ama hiç sanmıyorum.Ama hep bir özlem var içimizde aşka,derin ,tutkulu ve öldürecek kadar sevilen aşka ...
Sevdiği insanın gözlerinin içine baktı mı, cennete gitmeden cenneti yaşayan insanlar şimdi neredeler? Sevdiği insan için ölümü bile göze alabilecek ,mecnun olup kendini çöllere vurabilecek,ferhat olup şirin için dagları delebilecek,romeo olup juliette için kendini öldürebilecek kişiler şimdi neredeler ?Tarihteki ölümsüz aşklar gibi aşklar kaldı mı artık.Hiç ama hiç sanmıyorum.Ama hep bir özlem var içimizde aşka,derin ,tutkulu ve öldürecek kadar sevilen aşka ...
Tarihteki aşklar demişken şimdi orta yaş veya yaşını almış olan herkesin hatırladıkça haline güldüğü;gençlik yıllarımızın ilk başlangıcı,vucudumuzun libidosunun yükselip karşı cinse ilgi duymaya başladıgımız ilk zamanlar olan lise yıllarımızda,bir ilişkinin fiilen ve hukuken başladığını gösteren“çıkma teklifi”nin kıymetini bilememişiz.Günümüzde artık ne yaşadığımızdan öyle bihaberiz ki, “peki biz şimdi neyiz” diye düşünmekten kendimizi alıkoyamıyoruz.Ne yaşıyoruz, nerede başladı, nerede bitti, sahiden yaşandı mı?. Ah nerede o eski aşklar, eski heyecanlar?
Lise aşklarınızı bir hatırlayın lütfen. Liseli vardı ya, ah o liseli.. Teneffüs zilini beklediğiniz için bir dakikasını bile dinleyemediğiniz dersleri, belki çıkışta okulun önüne gelir diye Andımız’ın okunuşundan son dersin bitimine kadar merakla bekleyişlerinizi, ilk öpüşmenin sevincini, aynı sınıftaysanız hocalara yakalanmadan atılan kaçamak bakışların, ilk defa el ele tutuşmanın tatlılığını, yıl bile değil ay dönümlerinin kutlanışını, gizli aşk mektuplarını, saklanan sinema biletlerini, sakız jelatinlerinden bakılan falları, karnınızda uçuşan kelebekleri hatırlamaya çalışın.
Lise aşklarınızı bir hatırlayın lütfen. Liseli vardı ya, ah o liseli.. Teneffüs zilini beklediğiniz için bir dakikasını bile dinleyemediğiniz dersleri, belki çıkışta okulun önüne gelir diye Andımız’ın okunuşundan son dersin bitimine kadar merakla bekleyişlerinizi, ilk öpüşmenin sevincini, aynı sınıftaysanız hocalara yakalanmadan atılan kaçamak bakışların, ilk defa el ele tutuşmanın tatlılığını, yıl bile değil ay dönümlerinin kutlanışını, gizli aşk mektuplarını, saklanan sinema biletlerini, sakız jelatinlerinden bakılan falları, karnınızda uçuşan kelebekleri hatırlamaya çalışın.
O duygularda sahici, saf ve samimi bir şeyler vardı. Şimdilerde hepimizin samanlıkta iğne arar gibi aradığı, masumiyetini kaybetmeyen bir şeyler.Dayatmalardan uzak, özerk ve özgür.Sahilde Cengiz Kurtoğlu’nun en damar şarkılarını,içlerinden özellikle liselim ve Ümit Besen'li okul yolunda şarkısı eşliginde dolaştıgımız,elimizde bira şişeleri ile karşılıksız veya karşılıgı olan aşk acısı çekebildiğimiz, sarhoş olunca arayıp onu sevdiğimizi söyleyebilecek, hatta gecenin bir yarısı belki evinin kapısına dayanacak, yolda önünü kesecek ve en güzeli de, “ şimdi arasam çok mu gurursuzluk olur?” diye düşünmek zorunda olmayacak kadar özgür oldugumuz lise ve gençlik yılları. Ne güzel yıllardı o yıllar .Şimdi ise hesap kitapların, hırslarımızın, libidolarımızın tutsağı durumundayız .
Günün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar. İlk önceleri güzel bir arkadaşlık olarak devam eder birliktelikleri, tabii zaman lâzımdır birbirlerini tanımak için.
Gel zaman, git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki, mutluluktan içi içine sığmaz artık ve anlar ki, suya aşık olmuştur.
İlk kez aşık olan çiçek, etrafa kokular saçar, "Sırf senin hatırın için ey su" diye...
Öyle zaman gelir ki, artık su da içinde çiçeğe karşı bir şeyler hissetmeye başlamıştır. Zanneder ki, çiçeğe aşıktır ama su da ilk defa aşık oluyordur.
Günler ve aylar birbirini kovalar ve çiçek acaba "Su beni seviyor mu?" diye düşünmeye başlar.
Çünkü su, pek ilgilenmez çiçekle... Halbuki çiçek, alışkın değildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz.
Çiçek, suya "Seni seviyorum der. Su, "Ben de seni seviyorum" der. Aradan zaman geçer ve çiçek yine "Seni seviyorum" der. Su, yine "Ben de" der.
Çiçek, sabırlıdır. Bekler, bekler, bekler...Artık öyle bir duruma gelir ki, çiçek koku saçamaz etrafa ve son kez suya "Seni seviyorum." der.
Su da ona "Söyledim ya ben de seni seviyorum." der ve gün gelir çiçek yataklara düşer. Hastalanmıştır çiçek artık. Rengi solmuş, çehresi sararmıştır çiçeğin.
Yataklardadır artık çiçek. Su da başında bekler çiçeğin, yardımcı olmak için sevdiğine... Bellidir ki artık çiçek ölecektir ve son kez zorlukla başını döndürerek çiçek, suya der ki; "Seni ben, gerçekten seviyorum." Çok hüzünlenir su bu durum karşısında ve son çare olarak bir doktor çağırır nedir sorun diye...Doktor gelir ve muayene eder çiçeği. Sonra şöyle der doktor: "Hastanın durumu ümitsiz artık elimizden bir şey gelmez."
Su, merak eder, sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalık nedir diye ve sorar doktora. Doktor, şöyle bir bakar suya ve der ki: "Çiçeğin bir hastalığı yok dostum... Bu çiçek sadece susuz kalmış, ölümü onun için" der.
Ve anlamıştır artık su, sevgiliye sadece "Seni seviyorum" demek yetmemektedir.
Issız Adam filminin gişe rekorları kırması veya eski Yeşilçam filmlerinin efsane aşklarına bunca özlem duymamız tesadüf değil sonuçta. Aşk insan hayatının en önemli deneyimidir.Eğer bir insan aşkı gerçek anlamda deneyimleme şansına sahip olmamışsa bu insanın hayatı bildiği söylenemez. Hepimiz bu dünyaya sevmek ve sevilmek için geliyoruz o halde karşımızdaki insanları gerçekten sevmeye başlamadan evvel önce kendimizi sevmemiz,kendimizi tanımamız gerekir ki karşıdaki kişi o zaman bizim sevgimizde ki gücü hissedebilsin.Çünkü biz kendimizi sevmekle sevmeyi ögrenmiş olacagız .Kendi sınırlarını bilmeyen, kendini tanımayan insanların gerçek aşka ulaşması imkansızdır.
Küçük ya da büyük ayırt etmeksizin aşk hepimizin hissettiği bir duygudur. Belki çocukken, belki gençken, belki de tam da şuanda.Yaşadığımız duygunun gerçekten aşk olduğunu nerden anlıyoruz?
Büyüklerimizden dinlediğimiz, kitaplardan okuduğumuz ya da eski filmlerde izlediğimiz aşklar gerçek aşksa eğer günümüzde yaşanan duygulara ne ad vermeli?
Günlük hayatımızda dahi durup etrafımıza baktığımızda, sokağa çıktığımızda, alışveriş merkezlerine girdiğimizde, sinemalarda, arkadaş ortamlarında sevgili olduklarını iddia eden çiftlere hepimiz rastlıyoruz. Fakat ne yazık ki genellikle bu çiftlerden sadece çok az bir kısmı gerçek aşkı hisseden ve yaşayan kişiler oluyor. İşte bu yüzden unutulmuş olan aşk tanımını yaşanmış hikayelerden, hasretle, acıyla, özlemle yazılmış mektuplardan öğrenmek için “Büyük Kadınların Aşk Mektupları” isimli eseri okumaya karar verdim.
Kitabı okumaya başladığım andan itibaren eski ve yeni aşklara dair farklılıklar gözüme çapmaya başladı. Binbir türlü sebeplerden ötürü birbirlerine hasret kalan aşıkların hitap için kullandıkları kelimeler dahi yaşanılan aşkın, hissedilen duygunun ne kadar yoğun olduğunu anlatmaya yetiyor . Ömrüm, azizim, sultanım, mutluluktan kopardığım payım, ezelden ebede sana ait olan karıcığın...
Bu kelimelerin birbirlerine hasret iki insanın kaleminden dökülmesi beni oldukça şaşırtıyor. Günümüz yozlaşmışlıgı içinde alışık değiliz ya böyle içten sevmelere.Bizler etrafımızdan bir gün bile ayrı kalındığında ya da atılan mesajlara bir saat bile geç cevap verildiğinde trip atmayı, somurtmayı, kavga çıkartmayı öğrenmişiz . Saygının izini kaybettiği, aşk kelimesinin ağızlarda sakız olduğu, sadakatin sosyal medyada sil tuşuyla anlamını yitirdiği bir dönemde ne yazık kı aşkı yaşamaya çalışıyoruz.
Yalnızlığımıza çare bulalım, hayat arkadaşı edinelim diye çıkılan yolda adeta bencilliğimize takılıp tökezliyoruz .Megerse biz aslında aşk adını vereceğimiz koşullu bir birliktelik,bizi mutlu edecek, bizimle ilgilenecek, egolarımızı tatmin edecek bir sevgili arıyormuşuz.Bizlere düşününce; birbirini günlerce görmeden sevebilmek, sevgisini,aşkını yüreğinin derinliklerine gömüp bir sır gibi saklayabilmek ne kadar da uzak ve imkansız geliyor . Sevgilinin sesini duyabilmek, yüzünü görebilmek, halinden haberdar olabilmek kolaylaştıkça aşkı kalplerde hissedebilmek zorlaşıyor sanki.
Ayrılığı ölüme benzetip, hasretin yakıp kavurduğu gönüllerden en ufak bir anlaşmazlıkta, tartışmada ayrılığı çözüm yolu olarak gören gönüllere doğru bir yolculuk ne yazık ki evrimleşmek oldu son zamanlarda . Ne oldu da bu hallere gelindi, aşk anlamını ne ara bu denli yitirdi? Belki de hırslarımız, bencilliklerimiz bizi bu hale getirdi.
Bizi tatmin etmeyen aşka lanet edip unutmaya çalışmalarımız. Çektiğimiz acıları unutabilmek uğruna farkında olmadan aşkı da unutmaya başlamışız. Duygusallıktan ayrı düşünemeyeceğimiz aşkı adeta mantığın bir parçası yapmışız . “ Bu çocuk benim yanıma yakışmıyor, insanlar görse ne der?” diye diye öldürmüşüz içimizde büyüyen,yeşeren aşkı. Ayrılık sonrası çivi çiviyi söker mantığıyla soluğu başka gönüllerde alarak değersizleştirmişiz aşkı. Bağışıklık kazanmışız ayrılığa ve aşka. Yani bir nevi yine kendimiz edip kendimiz bulmuşuz .
Şimdi de “Ah nerde o eski aşklar!” diyerek her fırsatta hayıflanıyoruz . Ve şunu anlıyorum ki aşk aslında ne gizli olduğunda ne de hasretle harmanlandığında anlam kazanıyor. Aşk, iki kişiden başka kimsenin olmadığı, sevgiden başka bir duygunun barınmadığı, dünya çıkarlarının bir kenara bırakıldığı bir dünyada gerçek anlamını kazanıyor. Böyle aşklara rastlamak zor da olsa hala bir yerlerde bu güzel duyguları yaşayan insanların olduğuna inanmak istiyorum.Öyle ya da böyle bize dünyada hem cenneti hem cehennemi yaşatsa da, yeri geldiğinde kör kuyulara hapsedip yeri geldiğinde bizi göklere çıkarsa da aşktan vazgeçemiyoruz.
Herşeyden önce aşkın bir bağlılık olduğunu düşünenler hata yaparlar. Aşkın insanları özgür kılması lazım. Sahiplenmek ise aşka vurulacak en büyük darbedir. Eğer sevdiğiniz insanı sahipleniyorsanız onu kendi malınız gibi görüyorsanız bu aşk değildir.
Aşk karşıdaki insanı özgürce sevebilme duygusudur. Egolardan sıyrılıp karşıdakini olduğu gibi kabul edip sevebilme sanatıdır. Eğer aşk bir insana bağlılığa dönüşürse işte o zaman bu ilişki boyutuna geçer ve olay çirkinleşmeye başlar. Eğer bir insanı seviyorsan onun kanatlarını kırmayacaksın onun özgürce uçmasına yardımcı olacaksın, gerçek sevgi böyle olmalıdır. Ama zamanımızda maalesef bırakın sevdiğimiz insana kanat takmayı onun mevcut kanatlarını da kırıp elinden alıyoruz.
Aşk biyolojik bir ihtiyaç değildir, aşk ruhsal bir ihtiyaçtır çok daha derinlerde gizli olan ve dünyada çok az insanın gerçek anlamda tecrübe ettiği kutsal bir duygu halidir. Aşk karşılık beklemeden koşulsuz bir şekilde karşıdaki insanı sevmektir. Eğer koşullara bağlanırsa artık orada aşk değil çıkar ve ego vardır. Egonun olduğu yerde gerçek aşk barınamaz. Egosuzluk durumunda ancak gerçek bir aşk vücut bulabilir. Aksi halde orada gerçek bir aşktan söz etmek imkansızdır.
Gerçek aşkta hayal kırıklıkları olamaz çünkü gerçek bir aşkın içinde karşılıklı beklenti yoktur. Beklentinin olmadığı yerde hayal kırıklığı da oluşamaz. Fakat pek çoğunuz aşk yaşadığını sanırken hep bir beklenti içinde olursunuz işte düşülen yanlış durum budur. Beklenti aşkı kirletir.
Modern kadın, modern erkek, modern ilişki.. Ne menem bir illetse şu modernlik, kurtulamıyoruz bir türlü. Modern ilişkiden ne anlıyoruz peki? Lafı dolandırmadan ayaküstü bir modern ilişki açılımı yapayım size: “Öyle çok bağlanmayacaksın”, “deniz balık kaynıyor her zaman birisi bulunur”, “dur bakalım daha önüne ne fırsatlar çıkacak” “aklın varsa evlenme”, “daha çok gençsin, gez toz hayatını yaşa”, “deli misin hayatını tek bir insanla çürüteceksin”, “takıl; ama bu arada etrafına da bakınmayı ihmal etme”, “çok seviyorsan bile belli etme”, “kıskançlık da neymiş, sana adam/kız mı yok”, “bırak o senin peşinden koşsun”, “zor kadını oyna” (bunun erkekler için olan versiyonu ne yazık ki bizim toplumumuzda yok).
Nasihatler uzar gider de, bir tanesi var ki “göster, ama elletme”den beter. Bazıları çok kaba bulsa da halk arasındaki telaffuzu budur: “İlk geceden verme.” Bir erkeği elinde tutmanın altın kurallarının başında geliyormuş güya bu kural. Yani zamanından evvel sevişen her kadın illaki buharlaşırmış. Ataerkil toplumuna, eril zihniyete dair kokuşmuş bir kavram.Tartışma konusu olsa uzun uzun tartışılacak bir konu .
Aşk kavramı üzerinde ünlü kişilerden söylenmiş pek çok söz bulabiliriz.Bunlardan bazıları ;
Modern kadın, modern erkek, modern ilişki.. Ne menem bir illetse şu modernlik, kurtulamıyoruz bir türlü. Modern ilişkiden ne anlıyoruz peki? Lafı dolandırmadan ayaküstü bir modern ilişki açılımı yapayım size: “Öyle çok bağlanmayacaksın”, “deniz balık kaynıyor her zaman birisi bulunur”, “dur bakalım daha önüne ne fırsatlar çıkacak” “aklın varsa evlenme”, “daha çok gençsin, gez toz hayatını yaşa”, “deli misin hayatını tek bir insanla çürüteceksin”, “takıl; ama bu arada etrafına da bakınmayı ihmal etme”, “çok seviyorsan bile belli etme”, “kıskançlık da neymiş, sana adam/kız mı yok”, “bırak o senin peşinden koşsun”, “zor kadını oyna” (bunun erkekler için olan versiyonu ne yazık ki bizim toplumumuzda yok).
Nasihatler uzar gider de, bir tanesi var ki “göster, ama elletme”den beter. Bazıları çok kaba bulsa da halk arasındaki telaffuzu budur: “İlk geceden verme.” Bir erkeği elinde tutmanın altın kurallarının başında geliyormuş güya bu kural. Yani zamanından evvel sevişen her kadın illaki buharlaşırmış. Ataerkil toplumuna, eril zihniyete dair kokuşmuş bir kavram.Tartışma konusu olsa uzun uzun tartışılacak bir konu .
Aşk kavramı üzerinde ünlü kişilerden söylenmiş pek çok söz bulabiliriz.Bunlardan bazıları ;
- Aşk, saygıya nazaran daha az değişir.
- Adolf Hitler
- Sadece şarkılarda ve yüreği ötelerde atan insanların ruhlarında yaşıyor artık aşk. Üzerinde yaşayanların cehenneme çevirdiği bu dünyayı çoktan bırakıp gitti. Aşk dünyayı terk etti.
- İlhan İrem
- Belki de aşık olduğumuzda yaşadığımız duygular normal bir durumu temsil ediyordur. Aşık olmak, olması gereken bir kişiyi gösterir.
- Anton Çehov
- Aşıklara haber vermek isterim: Kalbin tüm meseleleri yalnız kalpte halledilir, çünkü bir hissin hakkından ancak başka bir his gelir. Ümitsiz bir aşkın panzehiri ise nefrettir.
- Peyami Safa
- Tek taraflı aşk tek kürekli kayık gibidir. Bulunduğun yerde döner durursun... Bir türlü engine açılamazsın.
- Refik Halit Karay
- Biz erkekler daha çok söyleyebilir, daha fazla yemin edebiliriz; Ama gerçekte gösterişimiz, duygularımızdan üstündür. Çünkü; her zaman yeminlerimizde cömert, ancak aşkımızda samimi değiliz.
- William Shakespeare
- Seveceksen ölçülü sev ki sevgin uzun sürsün; çok hızlı giden de çok yavaş giden gibi geç varır hedefe.
- William Shakespeare
- Aşık olduğuma göre, şairliğin, falanın filanin çok ötesinde bir şeyim herhalde.
- Mavi Gözlü Dev
- Hayatta birilerine aşık olmanın farklı düzeyleri olduğunu anlarsınız ama herkes bunun inkâr edilemez, tarif edilemez olduğunu anlamayabilir... Bunu tarif edemem, bu tarif edilemez.
- Kristen Stewart
Söylenmiş sözler kadar bir de eşsiz aşk şarkıları var tabii ;
Sezen Aksu’nun “Aşk için ölmeli aşk o zaman aşk” deyip hepimizi aşk için ölünür mü düşüncesine sürüklemesine ne diyelim? Olmadı “Beni yak kendini yak her şeyi yak” diyerek aşkı daha da acılı hale getirmesi... Sertap Erener’in “Aşk ölmez biz ölürüz"ü, “Aşkın gözü kör mü acaba?”lar "Ah bu şarkıların gözü kör olsun” ve daha nice aşk şarkıları...
Geçen günlerde seyrettigim Aşık filminde Aşık Veyselin hayatı,şarkıları film akışının güzelliginden dolayı beni çok etkiledi.Filmin sonunda aşık Veysel'in söyledigi türkü den aşk ile ilgisi olan 2 dörtlügü sizlerle paylaşmak istiyorum ;
Güzelliğin on par'etmez
Geçen günlerde seyrettigim Aşık filminde Aşık Veyselin hayatı,şarkıları film akışının güzelliginden dolayı beni çok etkiledi.Filmin sonunda aşık Veysel'in söyledigi türkü den aşk ile ilgisi olan 2 dörtlügü sizlerle paylaşmak istiyorum ;
Güzelliğin on par'etmez
Bu bendeki aşk olmasa
Eğlenecek yer bulaman
Gönlümdeki köşk olmasa
Tabirin sığmaz kalemeEğlenecek yer bulaman
Gönlümdeki köşk olmasa
Derdin dermandır yareme
İsmin yayılmaz aleme
Aşıklarda meşk olmasa
İsmin yayılmaz aleme
Aşıklarda meşk olmasa
Sevgisizligin,kısacık aşkların,çıkar ilişkilerinin ,göstermelik aşkların ,yapmacık sevgilerin havada uçuştugu bu devirde bir kez kıpraşırsa içinizde bir şeyler,aşkı his edebilirseniz eger peşine düşün.Akışına bırakmayın. Seviyorsanız gidin konuşun.Korksanız da yenilgiden, hiç degilse bir adım atın. Her yeni denemede boğulma tehlikesi atlatabilirsiniz elbet; ama unutmayın ki aynı nehirde iki kere boğulunmaz.İhtimal olsa bile 3-5 saniye nefessiz kalacaksınız, belki biraz da su yutacaksınız. Ne çıkar?! Hayat öpücüğü verecek biri daima oralarda bir yerlerde olacaktır.
Yararlanılan Kaynaklar ;
http://blog.milliyet.com.tr/nerede-o-eski-asklar/Blog/?BlogNo=426828
En ince ayrıntısına kadar anlattığınız aşk yazınız için öncelikle kaleminize ve yüreğinize sağlık. Aşk sevdiğine kanat olabilmekten geçiyor. Kanatlarını kırmak veya kanat takmak değildir. Yaraya merhem devasız hastalığa derman olabilmektir.
YanıtlaSilÇok teşekkür ediyorum,aşk hakkında aynı görüşü paylaşıyoruz 😊
Sil